26 Eylül 2013 Perşembe

Organik Cümleler Kurdum Sözcüklerden

Gündüzleri yıldızların aşağı düştüklerine inandırdım kendimi. Güneş itiyor onları gök uçurumdan.

Sineğin kanatlarına ip bağlayıp bahçede dolaştırıyorum, geçmiyor hislerim. Bu kötücül hisler. Yüreğimi baştan başa işgal eden hisler. Duygularımın güncesi.

Yer çukuruna düş kırıntılarım sığmıyor. Gökkuşağına bulaşıp karalıyorlar yedi rengi. Gök hep kızıla çalan morla kaplı ufka değin. Sürükleniyor yağmur damlaları rüzgârda. Kırılıyor ellerimde, yakınlarım kâbus dengi.

Bu sene, bütün sineklerin kanatları ufacık. Organik sinek hiç kalmamış sanki.

Tabağı çatallayınca gerisin geriye üzerime sıçrayan bordo renkli boğaz kesikleri, göz yuvaları, dil yırtıkları, kopuk şeytantırnakları. Parmak yarıkları. Siz. Siz oradasınız. Masanın üzerine serdiğim naftalin kokulu beyaz örtünün üzerine bulaşan kan damlasında.

Gözyaşında bile tuz eksik bu çapsız düzende. Korkularda bile yer yok karanlığa. Süte etlerimi doğrarsam mayalanır mı?

Dökülüp giden, yağmurla ve rüzgârla sırlanan, karla yusyumuşaklaşıp güneşin keskin berraklığıyla çatallaşan binaların kuzey cephelerine ne demeli? Orada, üçüncü kattan beşinci kata iğde örüyor dert karıncaları. Çalışkan.

Pamuk şeker kanar mı şekersiz, renksiz? Toprağa hangi rengi ekeceksin, hangi keder ahenksiz?

Sokakta yürürken bir anda karşıma çıkan iki ev. Kırmızı kapılar. Kapılar üzerinde birbirine paralel üç sarı daire. Tuğla duvar. Tonoz. Cilasız tahta panjurlu pencere. Paslı demir su oluğu. Boşluğa çivilenen umutlarım…

Zümrüdüanka hüznüyle yeniden doğmaya ne kadar dayanacak z? Rüzgâr r, umut u, yalan y. Hangi gerçek g?

Duygularım nehir olup akarken, okyanusa kadar izledikleri yolda tozanlarımı da taşıyorlar yanlarında. Okyanus bulanık ve kirli. Durgunlaştığında dibe çöken ve dipte tortulaşan dünya duyumum.  

Kızılcık şerbeti damlıyor kurduğum cümlelerin damarlarından.

Döşeme harf ölüleriyle kaplı artık.