3 Aralık 2011 Cumartesi

yaşamak dediğin...


sabahın altısında çalan saatin sesine kalktı. üstü başı hazırdı daha yüzünü yıkamadan. yüzünü yıkadı. aynada ağaran kıllarına baktı. yüzünde artan çizgileri saymadan olmaz. dikkatle saydı. 46 olmuştu bugün. daha geçen hafta 45'ti oysa. ellerini dışarıdaki acı soğukta üşümesin diye ceplerine soktu. sonuna kadar itti. artık hazırdı. kapıyı hızla çekti, iki kere kilitledi. yola koyuldu. marsey apartımanının ahşap merdivenlerinden inerken yüreği sanki onunla değildi. gözleri dalıp dalıp gidiyordu.

büyük postanenin önünden geçti. iki sokak boyunca yürüdü. güvercinler de yerini almıştı çoktan. yem satarak hayatını sürdürmeye çalışan nurten abla, herkesten önce sokağa gelirdi. yere koyduğu emektar yastığın üzerinde günlerini geçiriyordu. göz ucuyla selamladı onu. dükkana vardığında tabaklanmış deri kokusu karşıladı onu. taze kesilmiş hakiki deri buram buram işgal etmişti dükkanı. kırık lavaboda ellerini yıkadı tekrar. serinlik içine işledi. ellerinin gözenekleri bayram etti, ekmek parasını kazandığı elleri alardı. ellerini ağzına götürdü. hohladı derin derin. elleri yavaş yavaş beyaza döndü. atelyedeki tek tabureye oturdu. evvelsi gün tabakladığı derileri eline aldı. bir yanda cilayı hasıl etti. diğer eliyle deriyi hafifçe yumuşattı. kendini cilanın tinere çalan kokusunda kaybetti. iyice cilaladıktan sonra deriyi öbür yana bıraktı. ayaktabanını kesti. 43 numara ayakkabı. kenarları zımparaladı. soldan uzanıp deriyi parmak ucuyla yakaladı. 43 numara ayakkabı tabanının üzerine getirdi. eline aldığı kalın iğne ile dikmeye koyuldu deriyi taban üzerine. tabana sabitlenen derinin arka kısmını düzeltti. iç dikişlere göz gezdirdi. eksik kalan yerleri tamamladı. deri üzerindeki cilayı tazeledi son bir kez. bağcıkları seçiverdi. kahverengi deri için sarılı-kahverengili bağcık güzel olurdu. en sevdiği bağcık buydu. babasını hatırladı. ayakkabıyı nemli mermer üzerine dikkatle koydu. bir sigara sardı. adıyaman tütünü. 12 yaşındaydı sigaraya başladığında. babası ölmüş, amcası ve yengesi ile yaşamaya başlamıştı. o günden beri ayakkabıcı dükkanında çalışıyordu. amcası ölünce dükkan büsbütün ona kaldı. 38 yıl. koskoca 38 yıl boyunca bir gün bile aksatmadan geldiği dükkanda oturuyordu şimdi. kim bilir kaçıncı çift ayakkabıyı tamamlamıştı. sigaradan sonra dışarı çıkacaktı. simit ve çay. biraz beyaz peynir. sirkeci kahvehanesi.

emek verdikçe yaşar, yaşadıkça emek verir, insan.

17 Kasım 2011 Perşembe

duyulan geçmiş zaman


avucumda çakıl taşları. gözlerim yerli yersiz dalıp gitmelerde. bu benimki dalıp gitme değil. yine gözlerim dedim. yine o gözler. gözlerdeki yassı sevinçler yitip gidiyor. yerini yaslı zincirlere bırakıyor. duygularım pas tutuyor, paslanıyor. bu da bir deneyim. deneyimlerin başımın üstünde yeri var.

eciş bücüş tümceler akıyor dudaklarından. nefesinin bıraktığı buğu durgunlaşıp yitiyor kış camında. kollarımda can veriyor metaforların sevişmeye. her bir tını daha da yüreklendiriyor en uzak uzuvlarımı. yüreğim ayaklanıyor kızgın teninin bıraktığı izde. odanın köşesinde toz havaya kalkıyor, vücut buluyor serde. teninde, kesif bir koku. alabildiğine acemi. yerden göğe.

sedir. altı üstü çarşafı boğuyor, sedir. söylenenlerin ardı yok. fısıltı aldı duvarları. rehavet yürüdü gitti kaygan parkede. gözler, yelkovan. dakikalara umut dağıtıyor. saatler önünde sıraya diziliyor. kim yapacak kıvrımların ayırdımını? besbelli, perdeler kıvranıyor ışıksız dillerde.

gece, zifir. kimin canını almış ki bu zehir? kime kıymış bu meydan okumalar? keskin kucaklar kimde rivayet olunur sevmeye?

ya da bekle.

kara kuşak göğe yükselsin.
sonra al onu, savur görgüsüz niyetlere.


12 Kasım 2011 Cumartesi

o bildik hikaye*


gökyüzü kızarıyor akşam vakitleri. kızıllanıyor. ay umursamıyor gök'ün yüzündeki bu kızarıklığı, bu engin kızgınlığı, geceye dalgın bakışları. kendi arşınlıyor gecenin karanlığını. sabaha kadar inleye soluya dolanıyor semai boşlukta. güneş'ten kalan boşluğu doldurmaya yetmiyor aciz bedeni. ne de olsa güneşin ışığını yansıtıyor ondan arta kalan zamanlarda. kendi olamıyor. kendi olmayı beceremiyor. kendi olmaya yetmiyor zaman. zorluyor hacimsiz yükünü. zorlandıkça arsız büyüyor. sonsuzlanıyor yüreği.

karşısına çıkan düz yörüngelerde koşullanıyor sonsuzlanmaya. güneş kadar ululanmak istiyor. yarattığı algılar, ayrımcılığa bir yudum katkı sağlamaktan öteye gitmiyor. ayrımcı lokmalar, yüreğine çörekleniyor. yüzlere korku tohumları serpiliyor. gözlerden umut yaşları akıyor. göz yaşı değil de umut düşüyor toprağa. toprak cilleniyor, filizleniyor, kah elma oluyor, kah ekmek ayvası. kanlanıyor kimi zaman. can veriyor her damla güz-bahar. camlar buğulanıyor.

hikaye odur ki, güneş ve ay, leyla ve kays olarak birbirini sevdi. sonra yoklukta benliğini yitirdiler. kayıp bir güneş, kızıl bir ay misali. leyla kül oldu, kays mecnun'a vardı.

11 Kasım 2011 Cuma

anlık bellek


absürd başlık, diye serzenişte. serzenişi bırak, sayfayı kapat. saçmalamak canından can bir çocuk. zihnim bende değil. sorun orada. olmuyor. sildi mi geri dönüş olmuyor. sınav telaşesi. akşama kadar. elimle kopyalıyorum yazıları anlık kağıtlara. acemice. bu huyumdan vazgeçemem. zihnim o kadar dağınık. ne diyeceğimi bilsem de toparlayamıyorum. sevişgen dedim ben onlara. zihni sevişgen. aynı anda elli beş bin şey. meşgale, meşgul, meşguliyet. onu düşünürken buna dal, bunu bırakıp öbürüne yönel. zihnimin dar sokaklarında ebelemece oyunu. koşuşturma. kovuşturma.

şiir tonlu. ton tonlu kucaklaşmalar. sevişmek dedik. şiir demesek ayıp. doğrusu budur. yarım bırakma sakın. yarım bırakmamak lazım. cemal süreya. kabul ederim. bir phallus imgesi, bir vecayna. şiir diyince bundan öteye gidemiyoruz. nilgüni kış-bahar, yalnızlıktır, ölümdür, hayattan elini eteğini çekmedir. kokusu çıkacak yakında. işbu 'histerik' yazı, bla bla bla. daha gelmedik mi?

önünde sonunda. ya öndeyiz, ya sonda.

not: fotoğraf, henri cartier bresson'a aittir.

10 Kasım 2011 Perşembe

değer yargıları, insanlık, çocukluk ve hayata dair


evet, yorgunum. hayata suç atmayacağım bu sefer. bende de kabahat var. içimdeki mani her geçen gün doruk noktasına yaklaşıyor. peşinden depresyonu da sürüklüyor. hüngürtü şakırtı gırla gidiyor. ağlamıyorum. ağlasam daha iyi. en azından dışarı akar gözyaşlarım. içeri ak, ak, ak. nereye kadar? bu da yoruyor beni. aynada başka biri var sabahları. yüzümü yıkamadan önce de yıkadıktan sonra da aynı yüz. bön bön bakıp duruyor aynaya. o bile yılmış aynada aynı yüzü görmekten. dışarıda neşe veren ben evde kara yaslar bağlayıp oturuyor. istediğin kadar espri yap kendine gelemiyor. gözleri hep dışarıda. daha bugün iki kere dışarı çıktım. biri ekmek almak için. öbürkünü hatırlamıyorum. şimdi bile hatırlayamadığım şeyler için suçluluk duyuyorum. şunun ayırdımını yapamıyorum. ya koyver gitsin. ya da hatırla, aklında tut. ama olmuyor işte. ne yapsan da olmuyor. bir kere çok soru soruyorum, insanlar o yüzden de sevmiyor beni. olabilir'i yok önceki cümlenin. çok soru soranı kim sevmiş bu zamana kadar? kafa şişirmekten başka ne işe yaramış? hem şiir dostum da bunu söyledi. bu pür neşe onu da rahatsız etmiş. canım dostum benim. demek ki yanlışlık bende. kendimi atsan atılmaz, satsan satılmaz. öyle boş boş gözle dur şimdi.

bir de şey var. bu şeyli cümleler hep bir esrarengiz değil midir? öyle yazıda cafcaflı kelimeler, bir ayşegül çelik, bir tezer özlü olamayacağım. kelimeleri ikincil anlamları dışında kullanamayacak kadar az vaktim var. içimdekileri buraya dökmekten başka çarem de yok. kimle konuşayım allasen? anamla mı, babamla mı, yoksa ergenlik bunalımının en çetin yıllarında olan, her şeye ağlayıp zırlayan, şizofrenik çıkışlar yapan, kız meslek lisesinde yaşadığı hezeyanı denizcilik lisesinin 96-97 doğumlu yeniyetmeleriyle aynı otobüse binerek gidermeye çalışan, haliyle yolu bir saat kadar uzatan kızkardeşimle mi konuşayım? onun derdi kendine yeter. daha kim var, bilmiyorum. mahalledekileri boşverin. çocukluk arkadaşlarımla bu kadar yabancılaşabilir miydik, olasılık dahilinde bile değildi. birlikte kilometrelerce yol yürüyüp dut ağacına tırmanma ve ağaçta dut yeme fantazisiyle yanıp tutuştuğum, şimdi ise yüksek-topuklarından aşağısını göremeyen insanlarla mı konuşayım? herkes kendi derdine düşmüş. kuzenlerimle ne konuşayım? yabancılaşma, metamorfik kayaçları bile esir etmişken - kabul ederim çok edebi oldu bu! - kiminle ne paylaşayım?

sen de sıkılma benden birader. biri rahatlarken öbürü sıkıntıya boğuluyorsa sağlıklı bir ilişki olamazmış. böyle demişti bir arkadaşım yüzüme. doğanın gereğidir bu. kim sağlıklı ilişki kurabilmiş şu evrende?

çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. yiten bu işte! nilgün marmara.

7 Kasım 2011 Pazartesi

ters cephe


yığınla şey yap, yarısından çoğu boş olsun.

boşluk nedir? hayat ne peki? ben, hayatın neresindeyim? yaşadığım hayat bu boşluğun neresinde? bunlar, eşmerkezli iki çember içinde. kesişim kümesi, birleşime denk. birleşim hiçlikte, sıfıra tekabül eder. sıfır, çember şeklinde bir sayıdır. iki sıfır yan yana, sonsuz iki çember. birini atsan öbürü yarım. öbürünü çıkarsan, diğerinin boynu bükük. hayat.

dört seneyi bir düşün. geçtiğimiz dört sene. geçmiş. yaşadığından pişmanlık duyduğun şeyler daha ağır basıyorsa, pişmanlığa doğru çekildiğini hisseder kişi, birey, insan. yüzde olarak. üçü de aynı değil mi? gözler geride kalır, içte keskin bir burukluk. bunların ikisi aynıdır.

başlangıç cümlesi, dört senelik bir his. bir zorluk, bir yaşanmışlık, bir deneyim kokusu. birikmiş. üstüme sinmiş. öte gitmiyor. moz sineği gibi yapışmış. pişmanlıkla karışık alt üst olmuş hayaller. ağlamak yok. deneyimler var. hem de nasıl.

bir kapı kapandı, öbürü açılır.

ne çok öbürü, öteki var. ben yok. saydım ken. dini.

rahatladım.

31 Ekim 2011 Pazartesi

geniz eti

7 yaşında bir çocuk. burnunda et var. sol gözü seyiriyor. tavşan dudaklı. sözcükleri heliyor, cümleleri heceliyor. elleri çamur, soğuk çatlağı. kan saçılıyor. burnunun sağ deliğinde devamlı bir tutam sümük. kaşlarının ortası kıllı, yüzü çilden görünmüyor. saçları kafa derisini parçalamış da fırlamış gibi. kulakları kepçe, memesi desen etli. elleri daima kaygan, terli. bazen yapış yapış. ağır bir koku. yanına yaklaşılmıyor. şapaklı gözlerinde bir kopça yaş. bıyıklı. ensesi kirli.

anasının babasının günah keçisi.

siyah, sadıktır.


ev kalabalık yalnız. masa, bir paket sigara, bir deste oyun kağıdı. sinek sekiz. ulusa sesleniş konuşması. burun delikleri. bir çeyrek, 01.15. yakasından tutup çekiştirdiğim, evin köşesine sinmiş, bana nanik yapıyor. yavan ekmek. benden başka gören yok. the graveyard near the house. seyhan erözçelik yağmur yazıyor. nilgün, rengin değil, ara rengin peşinde. cemalin sesinde söyleyemediği sözcükler var. cahit, düşüyor, ona bakarak düşüyor. orhan veli, bir cıgara yakıyor üstüne. chain-smoker olup çıkıyor. tevfik, haluk'a amentü yazıyor. tezer, ölümü ululuyor, evinde ağırlıyor.

burası bir adam.

esir olmuş gidiyor uzaklara. kendinden geçmiş. geçmiş kendiliğinden. kendi geçmişi. bakış. ay. na. lin. blue monday. sokak kokusu. parke taşı. arnavut kaldırımı. sütun başlığı. durdurak bilmez. yaşıyor muyuz? cevap? acep.

siyah, sadıktır. hiçlik, her şeyden ziyade aldatıcıdır.


20 Nisan 2011 Çarşamba

şarap'samak

evet bugünkü kelimemiz şarap'samak. üstündeki kesme işaretinin nedeni ne? diye soracak olursanız, şarap'ın özel bir içki olmasındandır derim size. şarap özeldir. her haliyle de güzeldir. dudak buran beyazıyla, damağı ekşiten kırmızısıyla, meyveli Şirince'siyle, her şişede ayrı bir 'lezzet'i barındıran köpeköldüreniyle...her haliyle de etkiler insanı. hem hüznün hem de neşenin içkisidir. kahırlanırsın içersin. sevgilin arkasına bakmadan gider, içersin. sonra vizeler biter, yine içersin. finalleri ''fuckingfailure'' (FF) almadan geçersin, bitirirsin, içersin. yaz gelir, içersin. kışın dayanılmaz soğuklar gelir, bu sefer sıcağını yudumlarsın şarap'ın. bir hikayedir gider, gelir. kadehler uzanır şişeye. bazen ağza diklenir kocaman bedeni Tanrı'sal sevgilinin. kafası da iyidir mahluğun. bir çarptı mı sağlam çarpar. akranı biraya pek benzemez. vodka, viski, martini gibi asla olamaz. herkes tarafından içilir şarap. dudakları morartır. sevgisinden mi artık, nefretinden mi allah kerim. sigarayla içeni de vardır. ben sek severim şarabı. hem şarap dediğin sek içilir. acılığıyla ve ekşiliğiyle dudakları burmalı ki içtikten sonra hatırlatmalı kendini. öyle kolayca atamayasın onu. ben burdayım desin. vazgeçilmezimsin şarap'ım. tüm yaşam sıvıları gibi sen de kırmızısın, beyazsın. şarap gibisin kadınım.

gece onikiden sonra
bütün içkiler şaraptır.

Cemal Süreya

15 Nisan 2011 Cuma

Haiku

I didn't know the names
of the flowers--now
my garden is gone.

Allen Ginsberg


ismini bilmezdim
çiçeklerin--şimdi
bahçem bile yok.

Çeviri: Göksenin Abdal
Bugün ilk günüm. Heyecanım var mı diye sorarsanız? Yok neden olsun. Öyle bir havalara da girmedim hiç. Son dönemde çok güzel gelişmeler oluyor hayatımda. Her şey istediğim gibi. Huzurluyum, mutluyum. Bir yığın iş ve iş teklifi geliyor. Ama sorun bana duygusal olarak nasılsın? diye. Boşum. Kocaman bir boşluk var içimde. Hayattan bezmiş, yılmış, akranlarım çıkıp gezerken eve kapanmış oturuyorum. Bundan sonra da böyle gider bu. Kim daha bu yaşta Ayvalık'ta evim olsa da gidip yaşasam diye hayal kurar ki? Ben kurarım mesela. O tozlu, arnavut kaldırımlı, dar sokaklarda yürümek isterim. Kış olunca ölgünleşen kent pazarında gezip dolaşmak, yaşlı teyzelerin yaptığı hamur işlerini yemek isterim. Onlarla dertleşmek, bir an olsun yılmadan geçirdikleri yılların hikayesini dinlemek isterim. Öyle işte...Daha bir yığın şey var içimde. İlk günlük bu kadar olsun. Devamı gelir ne de olsa.