3 Mart 2014 Pazartesi

Kafamın İçindeki Senle Monologlar

Ben: Kent içinde bir feodal yalnızlığım. Etrafıma duvarlar ördüm, içimde pişmanlık üzümleri yetiştiriyorum.

Sen: Bazen kendimi kaldırım taşlarının arasındaki sigara ölülerini sayan bir uçarı balık sanıyorum. Ama çoğu zaman uzayda süzülen çiçeklerin içine dolan bir polen tanesi olmaktan öteye gidemiyorum.

Ben: Terzi bedenimde boylu boyunca açılan delikleri kaç kuruşa dikebilir bilmiyorum. En nihayetinde vücudumun her köşesi yarım kalmış rüyaların imha edildiği piçliğin arka bahçesi. Tıpkı senin gibi.

Sen: Dikenler serili çakıl döşeli yolun çatlakları arasına. Nereye varacak bu kanlı geçit arzuların kanat uçumu uzaklığını aşınca?

Ben: Sen böyle konuştukça sözcükleri yeniden yeniden sökmeyi, cümleleri tam ortasından büküp kırmayı, paragrafları taze bilenmiş bıçakla doğramayı, kitabın sayfalarını asitli duygularla çürütmeyi istiyorum sırf seni üzenleri silmek, silkeleyip balkondan düşürmek için.

Sen: Her seferinde, ''Acısını böyle çeken aşkı kim bilir nasıl yaşıyordur?'' diyordun bana. Unutma.

Ben: İçimdeki fırtınaları yalnızca ben duyuyorum. Kopan bulutların beynimin bir hücresinden öbür hücresine geçişi ağır bir travma. Harfler zarla çevrili irinli gemilerden dökülüyor kanlı okyanus damarlarıma. Dilim dönmüyor. Gözyaşlarım tuzlu birer nehir gibi kareler çiziyor yüzümdeki derin gözeneklerin arasında. Kirpiklerim el salladıkça kaşlarım inip çıkıyor kalp atışlarımla uyumlu. Yüreğim el vermiyor başka yabancı kalplere. Üzüldüğüyle kalıyor dilim. Sesler paramparça. Nefesim kırık. Sen anlamıyorsun beni. Öylece duruyorsun kapının eşiğinde.

Sen: Bedenim savruk bir zaman makinesi şimdi. Geçmişimle geleceğim arasında muğlak bir sandal, bir balıkçı kulübesi. Yakamoza yenik düşen yüzüm artık parlak duruyor karşısında ölümün. Ölülerin son bakışı eşlik ediyor öğle yemeklerime. Kaşığın ucu cesedin üzerini saran morarmış ete değdikçe dilim çatallanıyor. Kırkikindi vakitlerinde ölememek böyle bir şey.

Ben: Yoklukla varlık arasındaki ince çizgide adımlarım kamaşıyor, ayaklarım dolaşıyor, ellerim titremekten durmuyor, her şey seninle. Ben bile. Alıp götür beni. Haydi.

Sen: Ağlarken gözyaşların kadar parlak değil yıldızlar bile, belki daha şekerliler ama asla parlak değiller.

Arkadan o anda çalmaya başlıyor şarkı, ağlamak güzeldir, süzülürken yaşlar gözünden...

Aldırma, senin tam da benden beklediğin biçemle sesleniyorum sana.