24 Aralık 2013 Salı

Mezarlıkta Kan Çiçekleri

Işık siyah beyaz. Pencere karanlıkla soluyor. Ölü ışık tomurcuklar türüyor pervazda. Sesler camda çağlıyor. Çağlayan oluyor, büyüyor, kuyuya dönüşüyor, seni, beni, ellerimi yutuyor.


Kafanı kaldırıp çayırlara bakıyorsun. Bir tel kirpiği göz yuvarından koparıp korneana batırıyor rüzgar. Hafifçe dokunup dikkatlice çıkarmaya çalıştıkça daha da içine itiyor parmağın. Daha keskin bir acı. Kendini daha fazla hissettiren bir sızı. Her an. Her saniye. Korneada saplı duran kirpiği son bir gayretle tutup yere savuruyorsun. Gördün şimdi: kan çiçekleri kusuyor siyah çayırlar.


Kendine camdan deliller toplayan kırılgan bir deliyi oynuyorsun. Yarısı karartılmış varlığına ait delillerin. Diğer yarısı o kadar parlak ki görülemiyor. Şeffaf atmosferde süzülüp duran ses dalgalarına eşlik ederek. Karalık beyazlığı kesiyor kirişe batırılan sütunlar gibi. Geriye ufak bir aydınlık kalıyor. Kızgın. Bileniyor ufukta. Kendi kendine. Bilemiyor. En ateş sözcüklerden yorgan dikiyor kendisi için. Üstüne örtüyor ruhu titremesin diye. Omzuna kadar geliyor ama yetmiyor. Sırtı hep açıkta kalıyor. Artık her şey yarım. Bir ucunda zamanı çekiştiren dualar, metinler, fallar, muskalar, kurşunlar, yazgı, kader, kısmet, kutsal kitap ve beddualar... Diğer uçta şanslar, seçimler, istekler, arzular, planlar, hayaller ve geceleyin esmer tenine kondurduğun tomurcuk ter...

Sen çekip giderken gökkuşağından aslanlar geçirdim ben. Marley üzerinde soğan lekeleri. Kokuyor. Ayağımı uzatıyorum, adımlıyorum. Yerküre yırtılıyor.