30 Nisan 2014 Çarşamba

Kin büyüyor derialtı hücrelerimde

Karıncayiyen hüznünü içime çekerek yürürken hissettiğim dağınıklık hissini nasıl yeneceğim? Kent neye yarar harabelerle sevişirken? Durağan otobüs duraklarında geçen ömürleri nasıl geriye akıtmalı? Kim bilecek başa dönen ömürleri delen korku boşunalığını?

Tümce deliliğimi hançerleyen birisi girdiğinde hayatıma, bedenimde açılan delikleri ucuza kiralarım saat satan bir yabancıya. Muz cumhuriyetine döner bezgin tenim. Dengini bulana kadar su yorgunluğu kaplı bir susuzluk sıkıntısı egemen olur aklımın uzak köşelerine. Sahi, zihnimin hangi köşesi bahar serinliği?

Kuğu dilini kaptırınca çarklı dişliye, lâl olur, akıtırmış içine ezgisiz kaygısını. Bir kuğu gibi irislerimde duyduğum çığırtkanlığı nasıl çoğaltacağım suyun derininde?

Toprağın her karışını bilek bilek tırmalayan ellerimle ne kadar saflaşabilirim batıkların karanlığında? Denizin dibindeki balçığa saplanıp duran bir kaya balığıyım. İğneleri kırılmış. Nefesiyle boğulur savunmasız solungaçlarından. Yüzmek maharet ister tuzlu gözyaşımda.

Kızgınım doğuştan babama. Beni fırlattı bir dipsiz kuyuya.

Porselen kırıklarını kayganlaştırıyorum ayak derimle. Parmak aramda cam yarası. Genzimde insan olma farkındalığı. Kimin nefes borusu kanamaz ayrılığın eşiğinde beklerken?

Ölmeyi beş dakika daha erteliyorum şimdi her sabah çalar saati duraklatıp bir sonraya.

Dikenli yorganlar altında vardığım rüyalar kâbus değil de ne? Gökyüzünde hangi bahtsız bulut bir başına gezinir ki? Sonunun ufukta prangalar olduğunu bile bile.

Yergiyle açıp kapattığım ağzıma kızılkara bal çalıp dünyayı daha tatlı algıladığım olur bazen. Bazı kerelerde günışığıyla çiftleşen kirpiklerimi bir yabancının tenine saplayıp arsızlığı arşınlarım. Nefesim değdikçe kıpırdanır uzak bedenlerin irinli dehlizleri.

Et yığınlarına sokup çıkardığım parmak uçlarımla yumuşak kulak mememe dokunuyorum. Toplum hazır mı duymaya çıplak gerçekliği? Bakire prenseslerle düzüşen kralların saltanatını alaşağı edecek cesareti hangi terli yürek bahşedecek bana?

İsimlere gereğinden fazla anlam yüklemek niye?

Bedenimdeki çürükleri pul pul dağıtıyorum sokak dilencilerine caddeye kurşun atarken adımlarımla.

Kabuğumu kırdığında artakalan dağlanmış deri neyse, odanın yüzünde bıraktığın keder de o. İkisi de seni hatırladıkça kanıyor içime.

Dönsün, dönsün, dönsün atlıkarınca yine. Kaynayan kaplıca suları pek kafa dengi.

Revenge feeds revenge, Anders Tomlinson

25 Nisan 2014 Cuma

Salâ ile bölündü kan uykusu

Ayetler yitik kopuk
aforoz edilmiş tüm sureler
meshin sahte gözyaşlarında saklı.

Küf kokulu hadisler
bakir rızkına çivileniyor
hiçliğe vurgun çocukların.

Sur'a dudak bükerken
iki yüzlü cennet meleği
egemen kılınıyor piçlik cennetine.

Ceset kokusu sinmiş
 etçil kaos ve kolonyal yakarışlar
minarelerin irinli basamaklarından
akıyor
erotik tarikat odalarına.

Deccal bir zamanda tanrı olmak 
kolay değil mi sence de?

ya Rab?


Bernard Smol, The Prophet Job

23 Nisan 2014 Çarşamba

Sana baktığımda

Yüzüme taze fidan sevinci
dikiliyor sana bakarken.
Göğsümde sütten kesilmiş atlar 
dört nala koşar oluyor.
Uçumsuz bir açlık 
zapt ediyor ellerimi.
Her bakışında 
yollar sana çıkan firkete.
Yeğni bir rüzgar ekiliyor
Güneş sırılsıklam
nefesinde eriyor.

Seninleyken gökyüzü
imgeler uçuşuyor 
yelkene tutulan yüreğimde.
Aşk alabanda! 
Sisli bakışlarınla
sevişme sırası geldi.
Son söz sende.


Edward Munch, Kiss



21 Nisan 2014 Pazartesi

Bekareti Delen Hüzün Çiçeği

Gelenek-dışılık gelenek-dişiliğe 
döndüğünde,
su eridiğinde diz kapaklarında,
kan bulaştığında kasıklarına,
kadın olursun 
bu kısrak tedirgini düzende.
Cinsine ters bak
ve yık
normatif sözcük kurgusunu,
ters yüz et
astarını bu titrek kurmacanın.
Savaşa çağırıyor algını
mağlubiyet harfleri 
sıçrarken ince deliğine,
galibiyete sırtını çevirme.
Arınma büyüsü
yakında.


Paul Gauguin, Loss of Virginity

19 Nisan 2014 Cumartesi

Bütünlemeye Kalan Galibiyet

Yüreğim bitpazarı şu sıra.

Benim uyduğum çemberin çapı büyük geliyor bana artık.

Çevresinde koşup duruyorum bir ilahi boşluğun.                                

Kapıda güpgüz bir ilkbahar beni bekliyor. Benim doğamın yeşerdiği mevsimi sarılık işgal ediyor. Tomurcuklar arasında hepatit C salgını başlıyor.

Her gündoğumunda adımlarım vapurdumanında sürüklüyor beni.

Kalabalığın martı hırçını sesi beni duvardan duvara çalıyor.

Sesim alçalıyor. Kaygılarım sirrüs bulutlarına değin erişiyor ertesinde.

Bir ayrılık ağına takılıyor aklımdaki hayaller, umutlar, rüyalar. Kapı deliğinden salona varan bir düdenden ibaret kalıyor çıkar yol. Başka bir akıntı yürürlüğe giriyor. Yeniden yeniliyor kent. Pencere pervazından sokağa taşan madeni paraya yeniliyor, toparlanıyor, ayaklanıyor, ama yine yeniliyor.

Ormanı sevmek akasyadan ötürü hep zor geliyor. Baltayla kesmeye kalkarken kıymık batıyor elime ağaçların sürgün verdiği bu ormanda.

İlkin kendime soruyorum, biraz sonra kendime sorduğum soruyu kendim yanıtlıyorum, en nihayetinde inlerken buluyorum kendimi zihnimdeki boşlukların bir adım ötesinde.

Aynaya bakınca çürümüş bir tümce sarkıyor içime:

Eksik cennette ölüm var, ormanda ölüm yokmuş.


Kazuya Akimoto, The Total Defeat