17 Kasım 2011 Perşembe

duyulan geçmiş zaman


avucumda çakıl taşları. gözlerim yerli yersiz dalıp gitmelerde. bu benimki dalıp gitme değil. yine gözlerim dedim. yine o gözler. gözlerdeki yassı sevinçler yitip gidiyor. yerini yaslı zincirlere bırakıyor. duygularım pas tutuyor, paslanıyor. bu da bir deneyim. deneyimlerin başımın üstünde yeri var.

eciş bücüş tümceler akıyor dudaklarından. nefesinin bıraktığı buğu durgunlaşıp yitiyor kış camında. kollarımda can veriyor metaforların sevişmeye. her bir tını daha da yüreklendiriyor en uzak uzuvlarımı. yüreğim ayaklanıyor kızgın teninin bıraktığı izde. odanın köşesinde toz havaya kalkıyor, vücut buluyor serde. teninde, kesif bir koku. alabildiğine acemi. yerden göğe.

sedir. altı üstü çarşafı boğuyor, sedir. söylenenlerin ardı yok. fısıltı aldı duvarları. rehavet yürüdü gitti kaygan parkede. gözler, yelkovan. dakikalara umut dağıtıyor. saatler önünde sıraya diziliyor. kim yapacak kıvrımların ayırdımını? besbelli, perdeler kıvranıyor ışıksız dillerde.

gece, zifir. kimin canını almış ki bu zehir? kime kıymış bu meydan okumalar? keskin kucaklar kimde rivayet olunur sevmeye?

ya da bekle.

kara kuşak göğe yükselsin.
sonra al onu, savur görgüsüz niyetlere.


12 Kasım 2011 Cumartesi

o bildik hikaye*


gökyüzü kızarıyor akşam vakitleri. kızıllanıyor. ay umursamıyor gök'ün yüzündeki bu kızarıklığı, bu engin kızgınlığı, geceye dalgın bakışları. kendi arşınlıyor gecenin karanlığını. sabaha kadar inleye soluya dolanıyor semai boşlukta. güneş'ten kalan boşluğu doldurmaya yetmiyor aciz bedeni. ne de olsa güneşin ışığını yansıtıyor ondan arta kalan zamanlarda. kendi olamıyor. kendi olmayı beceremiyor. kendi olmaya yetmiyor zaman. zorluyor hacimsiz yükünü. zorlandıkça arsız büyüyor. sonsuzlanıyor yüreği.

karşısına çıkan düz yörüngelerde koşullanıyor sonsuzlanmaya. güneş kadar ululanmak istiyor. yarattığı algılar, ayrımcılığa bir yudum katkı sağlamaktan öteye gitmiyor. ayrımcı lokmalar, yüreğine çörekleniyor. yüzlere korku tohumları serpiliyor. gözlerden umut yaşları akıyor. göz yaşı değil de umut düşüyor toprağa. toprak cilleniyor, filizleniyor, kah elma oluyor, kah ekmek ayvası. kanlanıyor kimi zaman. can veriyor her damla güz-bahar. camlar buğulanıyor.

hikaye odur ki, güneş ve ay, leyla ve kays olarak birbirini sevdi. sonra yoklukta benliğini yitirdiler. kayıp bir güneş, kızıl bir ay misali. leyla kül oldu, kays mecnun'a vardı.

11 Kasım 2011 Cuma

anlık bellek


absürd başlık, diye serzenişte. serzenişi bırak, sayfayı kapat. saçmalamak canından can bir çocuk. zihnim bende değil. sorun orada. olmuyor. sildi mi geri dönüş olmuyor. sınav telaşesi. akşama kadar. elimle kopyalıyorum yazıları anlık kağıtlara. acemice. bu huyumdan vazgeçemem. zihnim o kadar dağınık. ne diyeceğimi bilsem de toparlayamıyorum. sevişgen dedim ben onlara. zihni sevişgen. aynı anda elli beş bin şey. meşgale, meşgul, meşguliyet. onu düşünürken buna dal, bunu bırakıp öbürüne yönel. zihnimin dar sokaklarında ebelemece oyunu. koşuşturma. kovuşturma.

şiir tonlu. ton tonlu kucaklaşmalar. sevişmek dedik. şiir demesek ayıp. doğrusu budur. yarım bırakma sakın. yarım bırakmamak lazım. cemal süreya. kabul ederim. bir phallus imgesi, bir vecayna. şiir diyince bundan öteye gidemiyoruz. nilgüni kış-bahar, yalnızlıktır, ölümdür, hayattan elini eteğini çekmedir. kokusu çıkacak yakında. işbu 'histerik' yazı, bla bla bla. daha gelmedik mi?

önünde sonunda. ya öndeyiz, ya sonda.

not: fotoğraf, henri cartier bresson'a aittir.

10 Kasım 2011 Perşembe

değer yargıları, insanlık, çocukluk ve hayata dair


evet, yorgunum. hayata suç atmayacağım bu sefer. bende de kabahat var. içimdeki mani her geçen gün doruk noktasına yaklaşıyor. peşinden depresyonu da sürüklüyor. hüngürtü şakırtı gırla gidiyor. ağlamıyorum. ağlasam daha iyi. en azından dışarı akar gözyaşlarım. içeri ak, ak, ak. nereye kadar? bu da yoruyor beni. aynada başka biri var sabahları. yüzümü yıkamadan önce de yıkadıktan sonra da aynı yüz. bön bön bakıp duruyor aynaya. o bile yılmış aynada aynı yüzü görmekten. dışarıda neşe veren ben evde kara yaslar bağlayıp oturuyor. istediğin kadar espri yap kendine gelemiyor. gözleri hep dışarıda. daha bugün iki kere dışarı çıktım. biri ekmek almak için. öbürkünü hatırlamıyorum. şimdi bile hatırlayamadığım şeyler için suçluluk duyuyorum. şunun ayırdımını yapamıyorum. ya koyver gitsin. ya da hatırla, aklında tut. ama olmuyor işte. ne yapsan da olmuyor. bir kere çok soru soruyorum, insanlar o yüzden de sevmiyor beni. olabilir'i yok önceki cümlenin. çok soru soranı kim sevmiş bu zamana kadar? kafa şişirmekten başka ne işe yaramış? hem şiir dostum da bunu söyledi. bu pür neşe onu da rahatsız etmiş. canım dostum benim. demek ki yanlışlık bende. kendimi atsan atılmaz, satsan satılmaz. öyle boş boş gözle dur şimdi.

bir de şey var. bu şeyli cümleler hep bir esrarengiz değil midir? öyle yazıda cafcaflı kelimeler, bir ayşegül çelik, bir tezer özlü olamayacağım. kelimeleri ikincil anlamları dışında kullanamayacak kadar az vaktim var. içimdekileri buraya dökmekten başka çarem de yok. kimle konuşayım allasen? anamla mı, babamla mı, yoksa ergenlik bunalımının en çetin yıllarında olan, her şeye ağlayıp zırlayan, şizofrenik çıkışlar yapan, kız meslek lisesinde yaşadığı hezeyanı denizcilik lisesinin 96-97 doğumlu yeniyetmeleriyle aynı otobüse binerek gidermeye çalışan, haliyle yolu bir saat kadar uzatan kızkardeşimle mi konuşayım? onun derdi kendine yeter. daha kim var, bilmiyorum. mahalledekileri boşverin. çocukluk arkadaşlarımla bu kadar yabancılaşabilir miydik, olasılık dahilinde bile değildi. birlikte kilometrelerce yol yürüyüp dut ağacına tırmanma ve ağaçta dut yeme fantazisiyle yanıp tutuştuğum, şimdi ise yüksek-topuklarından aşağısını göremeyen insanlarla mı konuşayım? herkes kendi derdine düşmüş. kuzenlerimle ne konuşayım? yabancılaşma, metamorfik kayaçları bile esir etmişken - kabul ederim çok edebi oldu bu! - kiminle ne paylaşayım?

sen de sıkılma benden birader. biri rahatlarken öbürü sıkıntıya boğuluyorsa sağlıklı bir ilişki olamazmış. böyle demişti bir arkadaşım yüzüme. doğanın gereğidir bu. kim sağlıklı ilişki kurabilmiş şu evrende?

çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. yiten bu işte! nilgün marmara.

7 Kasım 2011 Pazartesi

ters cephe


yığınla şey yap, yarısından çoğu boş olsun.

boşluk nedir? hayat ne peki? ben, hayatın neresindeyim? yaşadığım hayat bu boşluğun neresinde? bunlar, eşmerkezli iki çember içinde. kesişim kümesi, birleşime denk. birleşim hiçlikte, sıfıra tekabül eder. sıfır, çember şeklinde bir sayıdır. iki sıfır yan yana, sonsuz iki çember. birini atsan öbürü yarım. öbürünü çıkarsan, diğerinin boynu bükük. hayat.

dört seneyi bir düşün. geçtiğimiz dört sene. geçmiş. yaşadığından pişmanlık duyduğun şeyler daha ağır basıyorsa, pişmanlığa doğru çekildiğini hisseder kişi, birey, insan. yüzde olarak. üçü de aynı değil mi? gözler geride kalır, içte keskin bir burukluk. bunların ikisi aynıdır.

başlangıç cümlesi, dört senelik bir his. bir zorluk, bir yaşanmışlık, bir deneyim kokusu. birikmiş. üstüme sinmiş. öte gitmiyor. moz sineği gibi yapışmış. pişmanlıkla karışık alt üst olmuş hayaller. ağlamak yok. deneyimler var. hem de nasıl.

bir kapı kapandı, öbürü açılır.

ne çok öbürü, öteki var. ben yok. saydım ken. dini.

rahatladım.