24 Aralık 2013 Salı

Mezarlıkta Kan Çiçekleri

Işık siyah beyaz. Pencere karanlıkla soluyor. Ölü ışık tomurcuklar türüyor pervazda. Sesler camda çağlıyor. Çağlayan oluyor, büyüyor, kuyuya dönüşüyor, seni, beni, ellerimi yutuyor.


Kafanı kaldırıp çayırlara bakıyorsun. Bir tel kirpiği göz yuvarından koparıp korneana batırıyor rüzgar. Hafifçe dokunup dikkatlice çıkarmaya çalıştıkça daha da içine itiyor parmağın. Daha keskin bir acı. Kendini daha fazla hissettiren bir sızı. Her an. Her saniye. Korneada saplı duran kirpiği son bir gayretle tutup yere savuruyorsun. Gördün şimdi: kan çiçekleri kusuyor siyah çayırlar.


Kendine camdan deliller toplayan kırılgan bir deliyi oynuyorsun. Yarısı karartılmış varlığına ait delillerin. Diğer yarısı o kadar parlak ki görülemiyor. Şeffaf atmosferde süzülüp duran ses dalgalarına eşlik ederek. Karalık beyazlığı kesiyor kirişe batırılan sütunlar gibi. Geriye ufak bir aydınlık kalıyor. Kızgın. Bileniyor ufukta. Kendi kendine. Bilemiyor. En ateş sözcüklerden yorgan dikiyor kendisi için. Üstüne örtüyor ruhu titremesin diye. Omzuna kadar geliyor ama yetmiyor. Sırtı hep açıkta kalıyor. Artık her şey yarım. Bir ucunda zamanı çekiştiren dualar, metinler, fallar, muskalar, kurşunlar, yazgı, kader, kısmet, kutsal kitap ve beddualar... Diğer uçta şanslar, seçimler, istekler, arzular, planlar, hayaller ve geceleyin esmer tenine kondurduğun tomurcuk ter...

Sen çekip giderken gökkuşağından aslanlar geçirdim ben. Marley üzerinde soğan lekeleri. Kokuyor. Ayağımı uzatıyorum, adımlıyorum. Yerküre yırtılıyor.


26 Eylül 2013 Perşembe

Organik Cümleler Kurdum Sözcüklerden

Gündüzleri yıldızların aşağı düştüklerine inandırdım kendimi. Güneş itiyor onları gök uçurumdan.

Sineğin kanatlarına ip bağlayıp bahçede dolaştırıyorum, geçmiyor hislerim. Bu kötücül hisler. Yüreğimi baştan başa işgal eden hisler. Duygularımın güncesi.

Yer çukuruna düş kırıntılarım sığmıyor. Gökkuşağına bulaşıp karalıyorlar yedi rengi. Gök hep kızıla çalan morla kaplı ufka değin. Sürükleniyor yağmur damlaları rüzgârda. Kırılıyor ellerimde, yakınlarım kâbus dengi.

Bu sene, bütün sineklerin kanatları ufacık. Organik sinek hiç kalmamış sanki.

Tabağı çatallayınca gerisin geriye üzerime sıçrayan bordo renkli boğaz kesikleri, göz yuvaları, dil yırtıkları, kopuk şeytantırnakları. Parmak yarıkları. Siz. Siz oradasınız. Masanın üzerine serdiğim naftalin kokulu beyaz örtünün üzerine bulaşan kan damlasında.

Gözyaşında bile tuz eksik bu çapsız düzende. Korkularda bile yer yok karanlığa. Süte etlerimi doğrarsam mayalanır mı?

Dökülüp giden, yağmurla ve rüzgârla sırlanan, karla yusyumuşaklaşıp güneşin keskin berraklığıyla çatallaşan binaların kuzey cephelerine ne demeli? Orada, üçüncü kattan beşinci kata iğde örüyor dert karıncaları. Çalışkan.

Pamuk şeker kanar mı şekersiz, renksiz? Toprağa hangi rengi ekeceksin, hangi keder ahenksiz?

Sokakta yürürken bir anda karşıma çıkan iki ev. Kırmızı kapılar. Kapılar üzerinde birbirine paralel üç sarı daire. Tuğla duvar. Tonoz. Cilasız tahta panjurlu pencere. Paslı demir su oluğu. Boşluğa çivilenen umutlarım…

Zümrüdüanka hüznüyle yeniden doğmaya ne kadar dayanacak z? Rüzgâr r, umut u, yalan y. Hangi gerçek g?

Duygularım nehir olup akarken, okyanusa kadar izledikleri yolda tozanlarımı da taşıyorlar yanlarında. Okyanus bulanık ve kirli. Durgunlaştığında dibe çöken ve dipte tortulaşan dünya duyumum.  

Kızılcık şerbeti damlıyor kurduğum cümlelerin damarlarından.

Döşeme harf ölüleriyle kaplı artık.


16 Mayıs 2013 Perşembe

Veda


Yüksek tepelerin ardında sıralanan yel değirmenlerinin iki yandan kuşattığı dört şeritli asfalt yolda eve dönerken, gerisin geride şehirde bırakmaya yemin ettiğim, hüznümü önceleyen duygular var içimde yine. Hiç geçmeyen bir burukluk, yenik düşme, mahcubiyet ve kendileşme hali. Her an zorlaşıyor toprakta kesik adımlarım. Artık tozpembe sözcüklerden acı ve keder masalları anlatmaktan yıldım.

Evden uzakta, Anadolu’nun herhangi bir yerinde hissettiğim neşe yerini suskunluğa bıraktığında, sözcükler cımbızın keskin ucunda parçalandığında ağzımdan dışarı salarken kuru dallarını, kurduğum düşler teker teker umutsuzluğun tuğlaları altında ezildiğinde, sonsuz ilkbahar yahut yaz tahayyüllerinin ellerimden çoktan kayıp gittiğini ve salınarak gökyüzündeki yerini aldığını anladım. Bir umut dedim kendi kendime, bir umut. Ancak geriye bir şey kaldı yalnızca. Kırık müzik kutularından çıkan bozuk nağmelere benzer bir tekdüze tını.

Sokağın başındaki sokak lambasının altına vardığımda, birkaç gün evvel ülkenin bir sahil kentine yaptığım seyahat bütün ayrıntılarıyla yeniden sahnelenmeye başlayacaktı zihnimin perdelerinin gerisinde. ‘’Ellerimi nereye koyacağımı bilmiyorum’’ cümlesi uğuldarken kafamın içindeki dehlizlerde, dışarıda kurmaca bir dünyanın kapıları aralanıyordu. Işık perileri sokak lambasının yaydığı pembemsi turuncu ışıkta dans ediyordu. Dokunmak, ulaşmak istediysem de başaramadım. Tene değen zeytinyağının değdiği yerde bıraktığı o kayganlığa benzer duygular tattım orada. Bir tanım yapmak çok güçtü. Tarifi yoktu. Kayıp gidiyordu işte.

O an yaşadıklarımın bir düşün ardında bıraktığı kırıntılardan başka bir şey olmadığını öğrenmem uzun sürmedi. Kendi ellerimle kurduğum kaleleri yine kendi ellerimle yıkmıştım. Şimdi düşünüyorum da, ellerimi nereye koyacağım yarın? 

3 Mayıs 2013 Cuma

Yengi Savaşı


Sözcükten kurşunlar bekliyor şimdi öylece. Bu sefer patlamaya hazır bekliyorlar, bir şekilde zapt edilmeyi başaran evvelkilerin aksine. Önce oda korkuya yenik düşecek. Korku odası konacak adı böylece. Yüreklere nifak tohumları serpilecek. Temeller üzerinde yükselen sevmenin kaleleri kedere yenik düşecek sırayla. Son kalede kıran kırana bir mücadele başlayacak. Yengi savaşı diyecekler buna. Kimin yendiği, kimin mağlup olduğu asla bilinmeyecek. Savaş kalenin burçlarına değin sürecek. Düşen taraf savaşı kaybedecek.

Savaştaki hamlelerin değeri yarattıkları yıkımlarla ölçülür. Kazanan yoktur, daha az yıkılan taraf vardır; iki taraf da hırsın, açgözlülüğün kaybedeni olsa da kayıplarla kazanılır savaşlar. Kimse bilmez, kayıplar müşterektir. Savrulan her kurşunî sözde, alınan her nefes de keskinleşir o son savaş anında. Mermiler ada mermerini ortadan ayıran keski darbeleri gibi saplanır durur gövdeye. Her kesikte daha büyük yarıklar açılır o ince, kırılgan tabaka üzerinde. Bir zaman iyileşme emareleri görülür. Kabuk bağlar taze yaralar. Bilinmez, iltihap alttan alta kuşatıyordur deriyi. Hücreler yeniden bıçak gibi kesildiğinde, yaralar daha derine iner. Yüzeyde başka yaralara yer açılır. Biri iyileşmeden bir diğeri kanamaya başlar öte yerden. Damarlarda kızıl kan yerine sapsarı bir irin, iltihap akar olur zamanla. Kayıplar verildiğinde bellekte de bu taze yaralara benzeyen küçük endişeler türer. Tekinsiz kılınır her adım. Adımlar yavaşlar, gerisin geriye gitmeye başlar. Yaşanmışlıklar, yolu keser bir kuytuda. Kolu kanadı kırılmıştır anıların. Akıl esrikleşir, mantık uçar gider, geride kızgın bir delilik kalır. Sözcükler kaleyi içeriden fethetmiş, yüreği yaralamış, gövdede onulmaz yaralar açmıştır. 

Bundan sonrası çaresiz bir bekleyiş, ansız bir kaygı ve yürek yangını.