2 Ağustos 2012 Perşembe

Sabah Yolculuğu

Arkeolojik kazıdan dönüyorum. Zihnim açık, yarı baygın otobüste yatıyorum. Şimdiden İstanbul'un sıcağına teslim olmuş hissediyorum kendimi. Şu iki hafta çok zor geçecek. Aklımda hep o boşluk var. O boşluğun içi aşkla kuşatılmış, sevgiyle, yeniden yaşamakla, yeni bir hayatla, ılık rüzgarlarla. Elleri gül kokuyor sevgilimin.

Uyandığımda arabalı feribota yaklaştığımızı görüyorum. Öyle ya denizi hep sevdim ben. Deniz bana onu hatırlatıyor. Zihnimin bir köşesi hep ona ait. Hep o uzanıyor orada olanca hafifliğiyle. Sayesinde bugünün pazartesi olduğu dahi aklıma gelmiyor. Ne güzelmiş sevmek. Böyle olduğunu biliyor muydun? diye sorarken buluyorum kendimi yine. Evet, bilmiyormuşum diye cevaplıyor iç ses. Bir iç ses, bir dış ses. Sonra nefes almaya çalışıyorum, derinden çekiyorum nefesleri. Birazdan sigara yakacağım ve her şey olağana yakın bir seyirde gidecek. Trafik yoksa 2 saate İstanbul'da olurum. 

Sonra feribota bindiriliyor otobüs. Feribot devrilecek diye ödüm kopuyor. Ölmekten neden bu kadar korkuyorsun? diye sorarken yakalıyorum bu sefer zihnimi. En aciz anlarımı kolluyor hep. Zayıf olduğum anlarda geliyor, şuraya yerleşiyor. Şuraya derken sol kulağımın arkasından bahsediyorum. Oraya yerleşip kötü şeyler fısıldıyor. Ondandır sürekli müzik açıktır evde. O sesi bastırmak için. Allahım ölmek için çok gencim, diye fısıldanıyorum koltuğun bir köşesinde araziden arta kalan zamanlarda karıştırdığım şiir kitabını okurken. Şiir kitabı demişken, Cemal Süreya'yı çok severim ben. Bir hafta boyunca en çok aklıma gelen de Cemal'di orada. Hani diyor ya 'Adam yıldızlara basa basa yürüdü, çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı'. Benimki de o misal. Ayaklarımın altına hep yıldızlar serili. Başka bir şey düşlemiyorum pencereden dışarı bakarken.

Ona gelince, hayatım boyu yaşadığım, büyüdüğüm, sokaklarında aylak aylak gezdiğim, şarkılar söylediğim, deli gibi sarhoş olduğum şehir, dertsiz tasasız İstanbul, seni sevmiyorum artık. Hayatımın geri kalan kısmında küçük bir sahil kasabasında yaşamayı senin kollarında anıların çağırdığı acılardan kıvranarak ölmeye yüz bin defa tercih ederim. Zalimsin sen, acımasızsın, umursamazsın, hayat dolusun her şeye rağmen. Ne çok kızıyorum her saniye hayat dolu olmana vapur dumanınla, iskele rüzgarınla, balık ekmeğinle, gevrek simidinle, tedirgin martılarınla, ferah sahil yollarınla. Gerisi bahane.

Belki de hep O'nun kollarında kalacağım. Ütopyalar güzeldir ne de olsa.