16 Mart 2012 Cuma

akşam pazarı



''ellerinden tuttuğu yerde dudaklarına bir öpücük kondurdu arkasından bakarken sönen sigarayı yerden aldı dizlerinin üzerine bıraktı çıplaktı üşüyordu kederi bulutsuz gökyüzünde pencereyi açtı adımını boşluğa attı aklında hep o uçuşan söz öbekleri elleri bomboş kaldı''

masa örtüsünde gördüğü harfleri yan yana getirip tek bir sözcük dahi kuramazken zihnini kurcalayan imgeleri nasıl söküp atacaktı o iltihaplı hücrelerden. bir şeylerin ters gittiğine inanıyordu ya da öyle inanmaya yemin etmişti. cümleleri satırlara doğrarken yüreğine kimin dokunduğunu bir an olsun unutuyordu ya an'a değerdi bu. an dediği. zaman. gözleri. parlardı. hep.

dondu kaldı. bakışlarını soydu, içini düşleriyle doldurup fırına verdi. ''yemek hazır'' dedi kadın, elindeki torbaları yere bıraktığında kocası. biraz yavan olmuş ama idare edecek diye düşünmekten alamadı kendini.

tahta kaşığı üzerindeki yapışkan ve kıvrık pirinç tanelerini tencereye düşürmek için bir kere vurdu tencerenin kulpuna. kapağını kapattı. tencere yuvarlandı. kapağı düştü. pilav ve pirinç yere hücum etti. beyaz karıncalar.

elinde açtığı kesik kabuk bağlardı iki güne. bir şeyciği kalmazdı.

mutfak penceresi. ipeğimsi saçları tokadan kuruldu. özgürce gevşedi rüzgarı nefes bilen kafa derisi. mutfak penceresi.

kocası içeri girdiğinde mutfak kapısı açıktı. yerde rengi soluk bir pirinç örtüsü. uçuşan perdelerden pencerenin açık olduğunu anladı. akşam saatleriydi. güneş ha battı ha batacak. yerdeki beyaz tabakayı aşıp boşluğa doğru uzandı elleri. pencereden kafasını uzattı. kadın aşağıda öylece yatıyordu. kafasından sızan kan arnavut kaldırımlı taş sokağı kızıl bir geçide çevirmişti.

adam kafasını kaldırdı. iri göğüsleriyle caddeye boydan boya hakim olan karşı penceredeki genç kızla göz göze geldiler.

şimdisi meçhul.

akşam pazarı.