21 Aralık 2012 Cuma

Gece Yürüyüşü

Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti. Gökyüzü kan kırmızısına boyanmıştı. Tek bir mavi bulut yoktu. Yorgun omzuna değen güçlü bir rüzgarla irkildi. İrkilmesiyle havanın iğne gibi batan soğuğunu yüzünde duyması bir oldu. O anda evrenin sesini duymak da mümkün kılındı sanki. Keskin bir uğultuydu duyduğu. Metalin sürtünme sesini andırıyordu. Sonbaharda ve kış geldiğinde yaprağın titremediği ağaçlar şimdi kalkıp sokağı işgal edecekti. Her an köklerinden kurtulacak izlenimi veriyorlardı. Dallar rüzgarın şiddetiyle yere değiyor, sonra aniden yukarı doğru savruluyorlardı. Dallardan kurtulan yapraklar önce sokağın parke taşlı zeminine saçılıyor, sonra rüzgarın ahengine ayak uydurup binaların sırılsıklam cephelerine ve gerisin geriye yolunmuş ağaçlara çarpıyorlardı. Parlak bir ışık vardı her yanda. Görülenleri bulanık kılmaya ve gözleri uyuşturmaya yetecek denli yıpratıcı bir ışık. Binalar, temellerinden sökülecek kadar yıkıcı bir sarsıntıyla sallanıyorlardı. Her bina hemen bitişiğindeki diğer binayı sarsıyor, titreşimler omuz omuza uzanan bütün binalarda kolayca fark ediliyordu. Bu saatlerde çoğu zaman işlek olan sokakta koyu bir gölgenin dahi olmaması ürkütücü gelmişti. İşin ilginç tarafı hiçbir evin ışığı da yanmıyordu. Kış gecelerinde bile geç saatlere değin kalabalık olan, restoran ve küçük kahvehanelerin dolup taştığı sokakta an itibariyle in cin top oynuyordu. Sokağın bitimindeki elektrik direğinin aydınlattığı o küçük boşluğa gelene kadar en ufak bir canlı kıpırtısı gözüne ilişmedi. Sokağın bu hali kendini evrenin en yalnız kişisi ilan etmesine yetti. 

     Van Gogh, Yıldızlı Geceler