15 Temmuz 2014 Salı

Hayal Ormanı

Ağaçtan düşen kahve çekirdeklerini teker teker saydı. Yüz otuz sekiz. Yüz otuz sekiz kahve çekirdeğinin yarısından çoğu çürümüştü. Geriye kalanların büyük bir kısmı parçalanmış, ortadan ikiye ayrılmıştı. Ancak çok küçük bir kısmı kusursuz kahveyi yapacak denli güçlü ve tamdı. Beyaz bir tepsiye koydu çekirdekleri. İçlerinden en kara olanına gözünü dikmişti. Sol elinin başparmağı ve işaret parmağıyla kavrayıp güneşe tuttu. Kabuğu dikdörtgenler prizması gibi parlıyordu. Yüksekten aşağıya indirip burun hizasına getirdi. Çam kozalaklarına benzer kesif bir koku. Dudak çizgisine denk getirdi ve tek hamlede ağzına attı en kara çekirdeği. Solungacına çapa saplanmış bir balığın hissettiği gibi acı bir tat kaldı geride.

Yaşamında bağbozumu mevsimi başladı. Uğruna didindiği hayalleri hasat etme vakti geldi. Sağ elinde biriktirdiği umutları an be an büyürken, sol omzunda bir yük gibi duran eskiliklerin anıları siliniyordu zihninden. Uzak bir köyde, pejmürde bir kır kahvesinde, sinek avlayan bir sahil gazinosunda, eski bir küçük parkta yalnız o geliyordu aklına, asmanın en kara üzümüydü o.

Arkasını döndü ve parıldayan yıldızlara doğru yürüdü. Son bir kez ağaca baktı. Ağacın kabuğuna bir sekiz çizdi zeytin gözleriyle. Gök ters yüz oldu. Sararan yapraklı ağaç sonsuza yürüdü.

Bulunduğu yerden uzaklaşırken, sözcüklerle donattığı kağıt gemiler bıraktı ormanın kıyısına. Gölgesi karanlığa dağlanmıştı. Işığa dokunamıyordu artık.

Yellow tree trunk, Edvard Munch