23 Nisan 2012 Pazartesi

boşluk hissi


Yüzüne damlayan soğuk suyla kendine geldi. Tuvaletin zemininde kıç üstü oturuyordu. Derken ikinci damla düştü yüzüne. Kafasını kaldırıp tavana baktı. Tavan akıtıyordu. Üçüncü damla. 

Beyaz kireçle sıvalı duvardan iki eliyle tutunarak ayağa kalktı. Gramofon sesinin geldiği kırmızı odaya doğru arşınlarken buldu kendini. Odaya gelince, tek hamlede gramofonu durdurdu. Ev sessizliğe gömüldü. Gömülmek derken öyle gömülmek değil. Pencereleri kapatan perdeyi iki kenara çekti. Odaya ışık doldu. 'Işık dolsa kaç yazar, feci kokuyor' diye geçirdi aklından. 

'Ankara'da olaylı gün, iki ölü, üç yaralı' 

Gazetenin manşetinde aynen böyle yazıyordu. Görünüşe bakılırsa aylar önceden planladığı Ankara gezisi çok da istediği gibi gitmemişti. Sokak lambaları yanıyordu. Sabahın altısıydı, yine de güneş doğmamıştı. İstanbul'dan alışık değildi buna. Ne de olsa, saat 5 demeden güneş doğardı kışın şehirde. Acele etmeden üstüne uzun kollu kazağını giydi. 

Balkon kapısı açıktı. Odanın köşesinden bakınca dışarının karanlığı görünüyordu. Karanlıkta birkaç evi seçebiliyordu. Belki bu sefer zor olacak dedi içinden. Hep iç konuşma. Konuşacak başkası olmayınca, iç konuşmaya mahkum olursun böyle. Bu da iç konuşma. İç-ama-konuş-ma. 

Balkon kapısına yanaştı. Kente son bir kez baktı. Ankara ancak kent olabilir. Şehir mehir olamaz. Baksana bizim mahalle kadar evde anca ışık yanıyor. Balkon duvarının dibine geldi. 9. kat. Beynini yere vurduğunda  aniden dağılacak. 3-5 saniyelik acı. 3-5 saniyeye karşı 42 yıllık ömür. Dile kolay. 42 sene. 

Gökyüzünü son kez selamladı. 

...

O sabah karısı uyandırmak için geldiğinde, eşi çoktan ölmüştü. Gözlerini mavi tavana dikmişti. Sağ elinde Yakup Kadri'nin Ankara romanı vardı. Cep telefonunda 42 cevapsız arama. Başucundaki tabakta da 3-5 portakal kabuğu. 

Ölmek derken, o anlamda ölmek değil.